19 Ocak 2009 Pazartesi

Melek...

“Aradığımız tek şey mutluluk olunca… Gökte ışıyan ay gecenin, ayın şavkı, içimizin karasına vurunca…”

İşte bunları düşünüyormuş Leyla, gecenin karanlığına gece karanlığı bakışlarını dikerek. Daha dün gece yolları aşmış gelmiş, elinde sıkı sıkı tuttuğu küçük paketle. O pakete sığdırmış geçmişini, dürmüş, katlamış, kokular sürmüş, temize çekmiş. Temize çektiğini sanmış sadece oysa. Acaba diyormuş hep, yanmış filizler yeniden sürgün verir mi bir gün? Bu paket açılınca, saçılır mı mutluluk hayatımıza? Herşey yeşerir, meyve verir elbet diyormuş aklının bir köşesi. Diğer köşe saldırıya geçiyormuş hemen, umuda inat. Inanmakla büyüye kanmak arasında gidip gelirken, unutuyormuş yüreğini, hep ona inanması gerekirken. Zaten o yürekmiş onu hep ayakta tutan. O pakete yüklediğini yüreğine yüklese, yükünün ne kadar hafifleyeceğini çok iyi biliyormuş da aklının iblisleri perde çekmiş gözüne; bakamıyormuş içinin özüne…

Işte bu karanlıklarla aydınlıklar savaşında çıkmış karşısına o melek. Usulca gelmiş, insan cisminde. Ben meleğim dememiş. Leyla ona bakmış, gözlerinin içi gülmüş. Leyla tutmuş meleği, almış içine. Sıkmış sıkmış sıkmış, ama meleğin kanatları kırılmış. Leyla bırakınca meleği, melek düşmüş yere, kanatları çırpınmış çünkü boş yere. Leyla görmüş meleği o vakit. Almış kanatları yerden, akarken gözyaşları yüreğinden. Işte o gözyaşları damlayınca kanatlara, kanatlanmış melek. Dokunmuş Leyla’nın yüreğine, sonra da gözlerinin perdesine. Kanat çırpıp uçarken melek, Leyla ayın şavkını görmüş kendi gözlerinde. El sallarken meleğe, iblisleri de yollamış dipsiz dehlizlere…

Kadınlığın özü Z.S.

Hiç yorum yok: