20 Mayıs 2009 Çarşamba

"Kitaplar elden ele projesi"




Geçenlerde Facebook'ta bi davetiye aldım, bir grup davetiyesi... Grubun adı KİTAPLAR ELDEN ELE PROJESİ... "Herkes okusun diye..." sloganıyla yola çıkan bu projenin amacı şu: Okuduğun kitabın içine kısa bir not yazıp kamuya açık bir yere bırakıyorsun, sonra birisi oradan alıp okuyup bir başka yere bırakıyor, böylelikle kitaplar elden ele dolaşıyor... Proje çok hoşuma gitti, hemen katıldım ben de gruba ve cidden sahiplendim projeyi... Gördüğüm herkese anlatıyorum ve herkesi facebook taki gruba davet ediyorum... Aranızda kişisel kütüphanesini kurmak isteyenler olabilir ki saygı duyarım, benim de kendi kütüphanesi olan arkadaşlarım var, gözü gibi bakıyorlar kitaplarına, güzel bir hobi... Bazılarının birtakım çekinceleri olabilir; başkası kitabı alır evine götürür bi daha da bırakmaz ya da kitaplar parçalanır, ziyan olur vs gibi... Ben bunlara katılmıyorum... Mesela ben kitap alıp okuduktan sonra dolabıma koyarım bi daha da yıllarca orada boş boş durur kitaplar... Eminim benim gibi yapan birçok insan vardır... Bence kitaplar dolabımda boş boş duracağına, benden sonra bir kişi daha okusa -ve ondan sonra kitap ziyan olsa bile-, kitabı benden başka bir kişi daha okumuş olur yani proje amacına ulaşmış sayılır... Kitabın ziyan olmadığını varsayıp benden sonra onlarca kişinin kitabı okuduğunu düşünürsek, ohhh süpperrr... Ki proje geniş kitlelere yayılıp, binlerce insan tarafından bilinirse, kitapların ziyan olma ihtimali de azalır, çünkü projeden haberdar olan insanlar, kitapları alıp okurlar, hatta korurlar... Hergün okula/işe giderken/gelirken vaktimizin önemli bir kısmını toplu taşım araçlarında, trafikte harcıyoruz... Metrolarda, otobüslerde boş boş oturacağımıza, koltukta bulduğumuz bir kitabı okumak daha iyi değil mi ?... (Tabii ki otobüste metroda kendi kitabını okuyanlar var, benim sözünü ettiğim grup, yanında kitabı olmayıp da bu sebeple okumayan sayıca fazla olan grup) Ya da hastanede muayene sırası beklerken, durakta otobüs/tramvay/metro beklerken, bankın üzerinde bir kitap görsek ve alıp okusak... Bu sayede vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varmayız, sıkıcı olan bekleyişleri keyifli bir hale getirebiliriz... Önümüzde yaz tatili var, sıcak kumsalda güneşin altına uzanmış güneşleniyoruz ve ne yapsak ne yapsak diye canımız sıkılıyor.... Tam da orada duran bir kitap olsa ve alıp okusak... Bitiremesek akşam da odada kalanını okusak, ertesi gün de plajda başka bir yere bıraksak mesela... Hoş olmaz mı... ( "Tamam ben bırakırım da, bir başkası alıp bırakmaz ki kitabı..." diyenler vardır aranızda... Boşver... Kitap senin değil ki, niye üzülüyorsun, sen okudun ya, kardasın... Sen oku bırak yeterli, başkası yapmaz diye üzülmeye, güzelim projeyi bir kenara itmeye ne lüzum var... Haksız mıyım??? ) Projenin bir başka güzel yanı da, kitapların yaşaması, insanlar arasında bir sinerji doğurması... Başkasını okuduğu -belki de okurken altını çizdiği ya da içine bir takım ufak notlar yazdığı- kitabı okumak, senden sonra da başkaları tarafından okunacağını bilmek, ayrı bir haz verir insana... (Aslında kitabı takip edebileceğimiz bir sistem de olsa tam süper olur yaa...) (Ben bu konuda biraz kafa yorayım, projeyi hayata geçirenlere öneri mesajı atayım facebook'tan... ) Her neyse, baya bişeyler yazmışım... Şimdi sizlerden birkaç ricam olacak... - Lütfen projeye destek olmak için facebook'taki gruba siz de üye olun.. Sayı ne kadar çok olursa, projenin bilinilirliği de o kadar artar... - Arkadaşlarınıza, öğretmenlerinize, öğrencilerinize çevrenizdeki herkese projeyi anlatın... Onları da facebook'a davet edin.... - Okumadığınız boş boş duran kitaplarınıza kısa bir not yazıp, kitapları paylaşmaya da başlayabilirsiniz... - "Yok kardeşim, ben kitabımı bırakamam sağa sola, kıyamam ben canım kitaplarıma.. Ben kişisel kütüphanemi kurmak istiyorum, odalar dolusu kitabım var benim..." diyorsanız, siz de facebook'taki gruba üye olun, projenin tanıtımına yardımcı olun.... Siz paylaşmasanız bile, projeyi sizin sayenizde öğrenen başkaları paylaşabilir kitaplarını, bu sayede çok önemli bir destekte bulunmuş olursunuz projemize... Ya da sizin sayenizde projeden haberdar olan kimseler, sağda solda gördükler kitaplara hor gözle bakmazlar, sokak kitabı muamelesi yapmazlar kitaplara... Eminim ki bu proje gün gelecek, -hepimizin sayesinde- ülke çapına yayılacak ve faydasını hep beraber göreceğiz.... Facebook'tan aldığım bilgilere göre Projenin bilgileri şunlar: http://www.kitaplareldenele.com http://kitaplareldenele.spaces.live.com http://kitaplareldenele.blogcu.com kitaplareldenele@hotmail.com

12 Mayıs 2009 Salı

Her Havuzun Dibi Aynı

Çok sıcak olmasa da bunaltıcı bir yaz günü. Ne zaman düşünsem Adana Ceyhan'ın çorak arazisindeki bir haftam geliyor aklıma. Kup kuru toprak üzerinde kızartmayan ama buğlama yapan bir güneş. Su içmeye doymak imkansız neredeyse.

Beni çok etkilemeyen bir kitabın az çok etkileyen bir bölümündeki Marlo Morgan gibi Avusturalya çöllerinde bir gölet çıksın diye bekliyorum önüme. Yürüyorum durmaksızın.

Hayatımız boyunca bu tür kuraklıkları yaşıyoruz öyle ya da böyle. İçecek su bulmak problem olmuyor da kurumuş çatlamış bedenlerimizi bir nebze rahatlatacak bir su birikintisi ya da hazır başlamışken bir havuz olsun koşa koşa gidelim ve tek hamlede atlayalım.

Sizi bilmiyorum ama benim huyum kurusun karşıma böyle bir havuz çıktığında bir saniye fazladan dayanacak gücüm yoktur. Ne olursa olsun içinde olmak isterim. Yüz metre mesafeden görmeyeyim berrak sularını içimde kıpırdanmalar başlar kendimi zaptedemem.

Kendi adıma en tehlikeli kısım bu uzun kuraklıklar sonrasında karşıma çıkan havuzları fitursuzca keşfetmek. Ayaklarını sokmakla yetinenlerden olamadım ki hiç. İlla karış karış dolaşmalıyım her yerini. Üstelik çırıl çıplak atlarım ben bu havuzlara. Benliğimle ilgili herşeyi ortaya koyarak. Üstümde zırh elimde kalkanlarım, ya da yüzümde maske olmadan.

Bazı havuzların uzun süreli fırtınalardan yorulmuş suları vardır. Üstlerini kaplamış buz ele verir hemen. Bunlar da yıldırmaz beni. En azından denerim çıplak topuklarımı buza vurmayı. En ufak çatlaktan içeri girene kadar. Çölün ortasında karşıma çıkmış bir havuzu, üstü buz kaplı diye es geçersem, kendime nasıl saygım olabilir?

En aldatıcı olanları ise ılık ve hatta sıcak olanları. Belki her havuz ilk oluştuğunda biraz ılıktır en ama uzun zamandır olduğu yerde duran bir havuz eğer ki sıcaksa o işte bir iş var demektir. Belki sizden önce keşfedenlerin teninin sıcaklığıdır bu, yada giderken arkalarında bıraktıklarının. Öyle bir havuzdan böylesi bir kuraklıkta sırf canınıza tak etti diye faydalanmaya çalışmak en kolay yoldur ama size çok zaman kaybettirir.

Bana kadir kıymet bilecek havuz lazım. Beni kabul edecek, içinde yüzmeme izin verecek, yutacak bir havuz. Etrafta havuzun ruhundan bunu dileyecek bir aborjin olmadığına göre iş başa düşüyor elbette. Çıkarıyorum üstümdekileri hemen. Dalıyorum derinliklerine. Karış karış tanımaya, en ücra köşelerini öğrenmeye adıyorum orada geçirdiğim zamanı. Burada insan oğlunun yapabileceği en büyük hatayı yapıyorum ve tamahkarlığımın sonunda havuzun dibini keşfediyorum. Yüzeydeki buz gibi değil. Bunun arkasında hiç birşey olmadığını biliyorum. İşin sonuna geldiğimi. Bu ani ve durdurucu etkiyle nefessiz kalıyorum. Yüzeye geri dönüp kafamı çıkartıyorum dışarı. Gökyüzü ve çöl kendini gösteriyor gözlerimdeki damlacıklar aktığı zaman.

İçinde bulunduğum bu yoğun havuz, -benliğim gibi tanıdığım ya da tanıdığıma inandırdığım kendimi- anlıyor bir terslik olduğunu. Eğer azcık ihtirası varsa biraz dalgalanıyor, yersiz sebepler bularak benim gitmemi engellemeye çalışıyor ama hepsi o kadar. Beni sahiplenemiyor, eline avucuna sığdıramıyor doğal olarak.

Havuzun dibine her yaklaştığımda gözlerimi kapamak ve keşfetmeden uzun zaman içinde mutlu mesut olmak elimde elbette ama bir kere dibini gördüm ya, beni orada tutan birşey olmadığını anladım ya, çıkmak istiyorum sularından. Yine arkamda bıraktığım ve sadece arada sırada eski günlerin hatrına elimi yüzümü ıslattığım bir dinlenme mekanı haline geliyor çölümde dolaşırken.

Yeniden çölün kavrukluğuna vuruyorum kendimi. Yürüyorum yalnızca ve yalnız yürüyorum. Dibine ulaştığımda beni yutabilecek havuzu bulana kadar.

(başlarken Teoman-Gönülçelen bittiğinde Dido - Hunter çalıyordu...)