12 Mayıs 2009 Salı

Her Havuzun Dibi Aynı

Çok sıcak olmasa da bunaltıcı bir yaz günü. Ne zaman düşünsem Adana Ceyhan'ın çorak arazisindeki bir haftam geliyor aklıma. Kup kuru toprak üzerinde kızartmayan ama buğlama yapan bir güneş. Su içmeye doymak imkansız neredeyse.

Beni çok etkilemeyen bir kitabın az çok etkileyen bir bölümündeki Marlo Morgan gibi Avusturalya çöllerinde bir gölet çıksın diye bekliyorum önüme. Yürüyorum durmaksızın.

Hayatımız boyunca bu tür kuraklıkları yaşıyoruz öyle ya da böyle. İçecek su bulmak problem olmuyor da kurumuş çatlamış bedenlerimizi bir nebze rahatlatacak bir su birikintisi ya da hazır başlamışken bir havuz olsun koşa koşa gidelim ve tek hamlede atlayalım.

Sizi bilmiyorum ama benim huyum kurusun karşıma böyle bir havuz çıktığında bir saniye fazladan dayanacak gücüm yoktur. Ne olursa olsun içinde olmak isterim. Yüz metre mesafeden görmeyeyim berrak sularını içimde kıpırdanmalar başlar kendimi zaptedemem.

Kendi adıma en tehlikeli kısım bu uzun kuraklıklar sonrasında karşıma çıkan havuzları fitursuzca keşfetmek. Ayaklarını sokmakla yetinenlerden olamadım ki hiç. İlla karış karış dolaşmalıyım her yerini. Üstelik çırıl çıplak atlarım ben bu havuzlara. Benliğimle ilgili herşeyi ortaya koyarak. Üstümde zırh elimde kalkanlarım, ya da yüzümde maske olmadan.

Bazı havuzların uzun süreli fırtınalardan yorulmuş suları vardır. Üstlerini kaplamış buz ele verir hemen. Bunlar da yıldırmaz beni. En azından denerim çıplak topuklarımı buza vurmayı. En ufak çatlaktan içeri girene kadar. Çölün ortasında karşıma çıkmış bir havuzu, üstü buz kaplı diye es geçersem, kendime nasıl saygım olabilir?

En aldatıcı olanları ise ılık ve hatta sıcak olanları. Belki her havuz ilk oluştuğunda biraz ılıktır en ama uzun zamandır olduğu yerde duran bir havuz eğer ki sıcaksa o işte bir iş var demektir. Belki sizden önce keşfedenlerin teninin sıcaklığıdır bu, yada giderken arkalarında bıraktıklarının. Öyle bir havuzdan böylesi bir kuraklıkta sırf canınıza tak etti diye faydalanmaya çalışmak en kolay yoldur ama size çok zaman kaybettirir.

Bana kadir kıymet bilecek havuz lazım. Beni kabul edecek, içinde yüzmeme izin verecek, yutacak bir havuz. Etrafta havuzun ruhundan bunu dileyecek bir aborjin olmadığına göre iş başa düşüyor elbette. Çıkarıyorum üstümdekileri hemen. Dalıyorum derinliklerine. Karış karış tanımaya, en ücra köşelerini öğrenmeye adıyorum orada geçirdiğim zamanı. Burada insan oğlunun yapabileceği en büyük hatayı yapıyorum ve tamahkarlığımın sonunda havuzun dibini keşfediyorum. Yüzeydeki buz gibi değil. Bunun arkasında hiç birşey olmadığını biliyorum. İşin sonuna geldiğimi. Bu ani ve durdurucu etkiyle nefessiz kalıyorum. Yüzeye geri dönüp kafamı çıkartıyorum dışarı. Gökyüzü ve çöl kendini gösteriyor gözlerimdeki damlacıklar aktığı zaman.

İçinde bulunduğum bu yoğun havuz, -benliğim gibi tanıdığım ya da tanıdığıma inandırdığım kendimi- anlıyor bir terslik olduğunu. Eğer azcık ihtirası varsa biraz dalgalanıyor, yersiz sebepler bularak benim gitmemi engellemeye çalışıyor ama hepsi o kadar. Beni sahiplenemiyor, eline avucuna sığdıramıyor doğal olarak.

Havuzun dibine her yaklaştığımda gözlerimi kapamak ve keşfetmeden uzun zaman içinde mutlu mesut olmak elimde elbette ama bir kere dibini gördüm ya, beni orada tutan birşey olmadığını anladım ya, çıkmak istiyorum sularından. Yine arkamda bıraktığım ve sadece arada sırada eski günlerin hatrına elimi yüzümü ıslattığım bir dinlenme mekanı haline geliyor çölümde dolaşırken.

Yeniden çölün kavrukluğuna vuruyorum kendimi. Yürüyorum yalnızca ve yalnız yürüyorum. Dibine ulaştığımda beni yutabilecek havuzu bulana kadar.

(başlarken Teoman-Gönülçelen bittiğinde Dido - Hunter çalıyordu...)

Hiç yorum yok: