27 Ocak 2009 Salı

Hiç Yere Yok Olan Canlar...

Merhaba arkadaşlar...

Bu alıştığınız politik veya ticari amaçlı zincirleme e-postalardan birisi değildir tamamen kendim yazıyorum ve tüm listeme gönderiyorum.



Güncel olayları biraz olsun takip edenlerin bildiği gibi İstanbul'da yeni yapılan Metrobüs Hattının bariyerler 5 gün içerisinde iki motosiklet sürücüsünün hayatına mal oldu... İki sürücünün de korumaları tam olmasına rağmen kafaları bu giyotin gibi tel bariyerlere takılarak bedenlerinden ayrıldı ve feci şekilde can verdiler.



Birkaç yakın arkadaşımın kişisel girişimleriyle bu iki korkunç olayın sıradan ölüm haberleri olmak yerine kamuoyunda bir uyanışa yol açabilmesi için Milliyet Online Haber sitesinde kendi kalemlerinden bir yazının yayınlanmasını başardılar. Sizlerden ricam bu haberin mümkün olduğunca çok okuyucuya ulaşması ve habere yine mümkün olduğunca çok yorum yapılması. Böylece bu haberin dikkat çekmesini ve bilinç oluşmasını amaçlıyoruz. Belki çoğunuz motosiklet sürücüsü değilsiniz ancak illaki bir tanıdığınız ya da akrabanız bu şehirde motosiklet kullanıyor ve bu risk ile her gün yüzleşiyor lütfen bize sahip çıkın.


Başta da dediğim gibi bu hiç bir kuruma bağlı bir çalışma değil tamamen kişisel bir girişimdir...http://www.milliyet.com.tr/Yasam/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=yasam&ArticleID=1052014&Date=27.01.2009&b=5%20gunde%20ikinci%20faciaSevgiler...

22 Ocak 2009 Perşembe

İyi düşün...

Keyifli bir akşam için mesainin bitmesini bekliyordum dün. Yine her zamanki gibi 18.00'a iki dakika kala "son dakikada bir iş çıkar mı?" korkusu bastırmıştı. Çıkmadı... Hemen giyinip plazadan çıktım ve motoruma doğru yürürken arkadaşımı arayıp yemek için ne lazım olduğunu sordum.

Motosiklete atlayıp yola koyulduktan sonraki ikinci ışıklarda mesaj geldiğini duydum ve daha elli saniye olduğu için eldiveni çıkarıp cebimdeki telefonu kontrol ettim. Gereksiz mesaja uyuz olup toplandıktan sonra yoluma devam ettim.

Evin yakınındaki süpermarketten aldığım makarna ve sos için sosisle keyifim iyice yerine geldi. Apartmanın kapısına gelince karanlık yüzünden zilleri okuyamadım ve cep telefonumun ışığına ihtiyaç duydum. Ancak üzerimde yoktu.

Anında bir motivasyon çöküntüsüne düşmeden yakın civarları ve süpermarketi aradım bulamadım. Aldıklarımı arkadaşıma verip şirketin oradaki ikinci trafik ışığına gittim. Yol boyunca kafamda sürekli seneryolar telefonun beni o ışıklarda beklediği düşüncesiyle bastırılıyordu. Işıklara vardığımda yine telefon yoktu. Yolu yine acıbadem'e kadar ayağımı yere koyduğum her yolu inceleyerek geldim. Kafamda sürekli paramparça telefonumun üzerinden geçen onlarca arabanın görüntüsünü bir sonraki olabileceği yeri düşünerek bastırdım bu kez.

Tabi yine yok ortalıkta. Bir saattir kafamı yorduğum "Nerede düşürmüş olabilirim?" sorusu yerini "Telefonumu nereden arayabilirim?" sorusuna dönüştü. Acıbadem köprüsündeki bir taksici son üç kontürü pahasına aramayı kabul etti ancak açan yoktu. Tekrar hipermarkete gidip ortalığa bakınınca görevliler de endişelendi ve yardım ettiler. Ancak yine telefonum cevap vermiyordu tabi çalıyor olması ümit kaynağı...

Arkadaşımın evine gidip oturdum epey canım sıkılmıştı evde kimsede kontör yoktu ve telefonumu arayamıyor ya da mesaj atıp "Bulan bu numarayı arasın" diyemiyordum. Daha da kötü olanı beni merak edecek ya da başkalarına haber verebilecek hiç kimsenin telefonunu ezbere hatırlayamıyordum. Aklıma gelen tek numara şu anda Zonguldakta olan arkadaşımın İstanbuldaki evinin telefonuydu. Bir saat kadar sonra tekrar darlanıp dışarı çıktım ve köşedeki fırından rica edip telefonumu aradım. Bu kez cevap geldi.

Nautilus'un karşısında araba tamirhanesi olan bir vatandaş E-5 e otobüse binmek için yürürken telefonu görmüş, açık ve şarjı dolu olduğunu görünce yanına almış "nasılsa ararlar" diyerek. Otobüste aramalarımızı duyamamış ve Tuzla'ya evine gelmiş. Bana "yarın sabah gelip tamirhaneden al" dediğinde dünyalar yeniden benim oldu.

Çok mülkiyetçi bir adam değilimdir ama ay sonu imkansızlıkları, 4-5 yıldır biriktirdiğim onca arkadaşımın telefon numaraları o telefonu o kadar kıymetli hale getiriyordu ki başka herşey önemsiz geldi o anda.

İyi düşün ve iyi yaşa ki karşına Vefa Arslan gibi iyi insanlar çıksın. Seni daraldığın anlarda ferahlatsın.


19 Ocak 2009 Pazartesi

Melek...

“Aradığımız tek şey mutluluk olunca… Gökte ışıyan ay gecenin, ayın şavkı, içimizin karasına vurunca…”

İşte bunları düşünüyormuş Leyla, gecenin karanlığına gece karanlığı bakışlarını dikerek. Daha dün gece yolları aşmış gelmiş, elinde sıkı sıkı tuttuğu küçük paketle. O pakete sığdırmış geçmişini, dürmüş, katlamış, kokular sürmüş, temize çekmiş. Temize çektiğini sanmış sadece oysa. Acaba diyormuş hep, yanmış filizler yeniden sürgün verir mi bir gün? Bu paket açılınca, saçılır mı mutluluk hayatımıza? Herşey yeşerir, meyve verir elbet diyormuş aklının bir köşesi. Diğer köşe saldırıya geçiyormuş hemen, umuda inat. Inanmakla büyüye kanmak arasında gidip gelirken, unutuyormuş yüreğini, hep ona inanması gerekirken. Zaten o yürekmiş onu hep ayakta tutan. O pakete yüklediğini yüreğine yüklese, yükünün ne kadar hafifleyeceğini çok iyi biliyormuş da aklının iblisleri perde çekmiş gözüne; bakamıyormuş içinin özüne…

Işte bu karanlıklarla aydınlıklar savaşında çıkmış karşısına o melek. Usulca gelmiş, insan cisminde. Ben meleğim dememiş. Leyla ona bakmış, gözlerinin içi gülmüş. Leyla tutmuş meleği, almış içine. Sıkmış sıkmış sıkmış, ama meleğin kanatları kırılmış. Leyla bırakınca meleği, melek düşmüş yere, kanatları çırpınmış çünkü boş yere. Leyla görmüş meleği o vakit. Almış kanatları yerden, akarken gözyaşları yüreğinden. Işte o gözyaşları damlayınca kanatlara, kanatlanmış melek. Dokunmuş Leyla’nın yüreğine, sonra da gözlerinin perdesine. Kanat çırpıp uçarken melek, Leyla ayın şavkını görmüş kendi gözlerinde. El sallarken meleğe, iblisleri de yollamış dipsiz dehlizlere…

Kadınlığın özü Z.S.

Tek yol...

İlk gece evrenin hediyesi sonra altı ay ayrılık. Yine peşi sıra sabahı bulan geceler ve bir sürü karışık duygular ardından yine bir ay ayrılık. Tonla hasret tonla sıkıntı ve kavuştuğunda ise son noktayı koymak...

Efsane,rüya, mucizeler, hayal ve umut... Tüm elde kalansa hızla soğuyacak sıcaklık ve hatıraların getirdiği tecrübe.

Hayat! sen başka yoldan akmayı bilmez misin?

8 Ocak 2009 Perşembe

Enteresan bir sabah...yada "Var mısın? Yok musun?"

Günün çok enterasan bir gün olmayacağını biliyordum ancak bu sabah ofise gelip sabah kahvemi hazırlayana kadar epey enteresan olaylar oldu ve bu enteresan sabahı unutmamak için buraya yazmaya karar verdim...

Öncelikle gece 3 e kadar bugünlerde denizlide Olan Zeycan ile msnden konuştuk zaten hasta olduğum için artık uykusuluğa dayanamadım ve saati motosiklet ile işe gidebileceğim en geç saate 8.30 a ayarlayarak yattım. Alışkanlıktan 10 dk ertelediğim 2. alarmda 8.40 olan saate fal taşı şeklinde gözlerle bakarak yataktan fırladım ve ortalığı toparladım (eve çıktım beri geliştirdiğim bir alışkanlık dağınık bırakıp çıkmıyorum). Anında bir gün önce motorun zincirindeki arıza aklıma geldi ve zaten hasta olduğum için motorla gidemeyeceğimi fark ettim. Doğal olarak feci geç kalmış şekilde otobüse yürüdüm.

Haftanın uykusuzunu okuyarak kozyatağına kadar geldim ve kafam epey ağırdı. Üst geçidin merdivenlerini çıkarken benden 4-5 basamak yüksekte olan genç bir kadın dikkatimi çekti nedense. Daha önceden tanıdık gelen bir aurası vardı. Ayakkabılarından saçlarına kadar inceledim ve "bana göre ne kadar da ince giyinmiş?" diye düşünürken neredeyse bütün merdiven boyunca onu izlediğimi fark ettim. Auranın üzerine tam bu anda bir isim yapıştı Nilgün!. Nilgün eski nişanlımın İstanbul Üniv'den bölüm arkadaşıydı ve orada o saatte olması imkansız gibiydi.

Hala yüzüne bakmadığım için hızlanarak önüne geçtim ve tanımadığım bir kadını utandırmamak için göz ucuyla bakabildim. Evet yüzü iyice tanıdık geldi. Ancak Nilgün'ü neredeyse 7 aydır görmemiştim ve emin olamadım. 1-2 Adım atıp tekrar geri baktım tabi yine sadece 1 saniye için ve kuşkularım iyice pekişti.

Sonunda "aman ne olursa olsun" deyip arkamı döndüm. Nilgün olduğunu anlayınca "yok artık" dedim. Nilgün beni bir an tanımayarak afalladı ve " Ayberk?" dedi. "Ne işin var buralarda?" . Kendisine ve bu dönemdeki 1-2 sevgilisine defalarca nerde ne iş yaptığımı anlatmış olmama rağmen "E canım 4 senedir şu binada çalışıyorum ben." dedim.

Saate bakıp 9.40 olduğunu görünce alarmlar çaldı kafamda o da geç kaldığı için adımlarını uydurmakta zorlanmadı. Yürürken aklıma eski sevgilisinin bana bir arkadaş vasıtasıyla yolladığı selam geldi ve "Nilgünün arkadaşı Utku dersen tanır" şeklindeki selamı söyleyince onun da haberinin olduğunu öğrendim. "Arkadaşı ha?" gibi bir laf etti. "Biliyor musun biz onla epey sancılı ayrılmıştık" dedi ben de bunu bildiğimi söyleyince tam kendine yakışır bir laf etti. "Aaa sen ozamanlar var mıydın?" Bu laf günümü etti işte... " Var mıydım?" . Şu anda "Yok" muyum?. Bunları sesli söylediğimi farket medim ve Nilgün'ün kahkahasıyla fark ettim." Ahahah ay Ayberk" gibi lafları daha bitiremeden ayrılacağı yere geldi ve "Hadi görüşürüz" diyerek ayrıldı.

Her ilişkinin bir Kız tarafı ve Erkek tarafı var bunu anlarım ancak birgün bu çift ayrıldığında siz bir tarafta kalıyorsanız diğer taraf ile bağlantınız kesildiği için onu "YOK" sayabilir misiniz? Ben sayamam sanırım. Zira Utku ile ayrıldıktan sonra bile Utku benim için "YOK" olmamıştı...

Böyle sorular kafanızda dolanırken binanın girişinde ve 50 dk geç kalmış şekilde yöneticiniz ile karşılaşmak üstüne üstlük de şirket işi için ödünç aldığınız arabasını yanlış yere parkettiğiniz için kendisinin 5 dk önce azar işitmiş olması pastanın üstüne krema gibiymiş.